Sermaye İçin Yük, Emek İçin Hak: Yaşlılığı Siyasallaştırmak

27 Kas 2025 Dr. Deniz Ay

Nüfusun yaşlanması — yani 65 yaş üzerindeki yurttaşların toplam nüfusa oranının artması — bugün ülkemizde olduğu gibi pek çok ülkede somut bir gerçeklik. Bu demografik dönüşümün iki temel sebebi var: İnsanlar daha uzun yaşıyor ve daha az çocuk sahibi oluyorlar. Beklenen yaşam süresinin 1940’lardan bu yana 30’lu yaşlardan 80’li yaşlara yükselmesi, kuşkusuz sağlıklı yaşam koşullarındaki iyileşmenin somut bir kazanımıdır. Peki, daha uzun yaşıyor olmamızla ilgili “problem” nedir?

Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UNFPA) verilerine göre Türkiye’de 9 milyondan fazla yaşlı birey yaşıyor; yani yaklaşık 10 kişiden biri “yaşlı”. Bu verilerden anlamlı bir politik çıkarım yapabilmek için ilk düşünmemiz gereken yaşlı tanımı. Kategorik olarak kim yaşlı? 65 yaş üzerindeki, yani kabaca emeklilik yaşına ulaşmış bireyler. Yani yaşlı tanımının kabaca emeklilik yaşına denk gelmesi, emeğin yeniden üretim süresinin ve bedensel kapasitesinin sermaye birikiminin çıkarlarına göre düzenlenmesinin kurumsal eşiğini oluşturur.

O hâlde artan yaşlılık, emek açısından ücretli çalışmanın ve işçiliğin sonuna, yani bedenin ve ruhun yıpranma sınırına ve dinlenme hakkına işaret eder. Sermaye açısından ise yaşlılık, emek gücünden artı değer elde edebilmenin sınırıdır. Artan sağlık ve bakım maliyetleriyle de birlikte düşünce, kamusallığını yitirmiş devlet içinse yaşlılık piyasalaştırılmaya hazır bir politika alanı. Örneğin, yaşlılıkla artan ev içi ve medikal bakım ihtiyacına yönelik tartışılmaya başlanan politika araçlarının başında bakım sigortası geliyor. Tıpkı bireysel emeklilik modellerinde olduğu gibi, bakım sigortası modelinde de çalışanların üzerine yüklenecek ekstra bir prim yüküyle yaşlılık hem bireysel bir sorumluluk hem de finansallaştırma için yeni bir fırsat olarak tartışılıyor.

Yaşlılık tanımı emeklilik yaşı üzerinden yapıldığına göre, emekli olarak insanca yaşamanın maddi koşullarının ortadan kalktığı ülkemizde yaşlılık, emek mücadelesinin temel gündemlerinden biri olmalıdır. Bunu da emekçi sınıflar arasında kuşaklar arası bir dayanışma bilincini inşa ederek sağlayabiliriz. Yaşlılığın sınıf mücadelesindeki özneleri 65 yaş üzerindeki emekçiler gibi görünebilir. Ancak emeklilik hakkının bir hayal olarak bile ortadan kalktığını düşünürsek, emekçilerin meselesi olarak yaşlılık bugünün genç nüfusu için de önemli bir mücadele alanı. Yaşlılığı bir sorun ya da yük olarak değil, yaşam döngüsünün doğal bir aşaması olarak kolektifleştirmenin yollarını geliştirmek, sosyalist siyasetin gündelik hayata dair somut hedeflerinden biri olmalıdır.

Sol siyasetin söz geliştirmediği tüm alanlarda olduğu gibi nüfusun yaşlanması konusunda da politik söylemi, yalnızca ülkemizde değil tüm dünyada, sermaye çıkarları etrafında şekillenen muhafazakâr piyasacı odaklar belirler durumda. Sol siyaset, artan yaşlı nüfusla düşen doğum oranları arasındaki ilişkiyi emeğin kendini yeniden üretmesi önündeki ekonomik ve materyal engeller üzerinden kurmadığında, toplumsal cinsiyet eşitliği karşıtlığı gibi gerici saldırılara karşı savunmada kalmaya sıkışıyor.

Yaşlılığı siyasallaştırmak yalnızca 65 yaş üzerindekilerin değil, tüm emekçilerin meselesidir. Nüfusun kendini yenileyemeyecek duruma gelmesinde, emekçi sınıfların yeniden üretim koşullarının sermaye çıkarları doğrultusunda sınırsız sömürüsünün yarattığı toplumsal yeniden üretim krizini görmemiz gerekiyor. Yaşlılığın emek mücadelesinin gündemine girmesi de hem güncel politik ihtiyaçlar hem de gelecekte yoğunlaşacak eşitsizliklere müdahale için şimdiden bir yöntem belirlenmesi için elzem. Emekçi sınıflar için yaşamaya değer onurlu bir yaşlılığı ancak böyle kazanabiliriz.